5 Mayıs 2018 Cumartesi

IV-OBEZİTE;KAHVERENGİ YAĞ HÜCRESİ ve ÜŞÜMEK


Sibirya kurdunu aklında tut diyerek başlıyorum yazıya. Neden mi. Yazının sonunda anlayacaksınız durumu maalesefJ

Bir dirhem et bin ayıp örter diye bir atasözümüz var bizim.
Sanırım böyle düşünmekten kaynaklı olsa gerek, eski dönemlerde bir miktar etli, butlu olmak iyi imiş. İnsana heybet katıyor diye mi düşünmüşler bilemem. Ancak tarihte şöyle bir gerçeklik de var. Eski dönemlerde sadece zenginler ve soylular dediğimiz tabakalar fazla besine ulaşabildiğinden, onlar kilolu bireylermiş ve şişmanlık, obezlik soyluluk belirtisi imiş. Şişman birini gördün mü, bunun hali vakti yerinde diye düşünülürmüş. Dedim ya eskiden.


Biz eskiden, su içerdik testiden diyesim geldi. Çünkü günümüzde durum böyle değil.
Günümüzde vücut kitle endeksi (VKİ) dediğimiz bir durum var ve bunun normal sınırlar içinde olması gerekiyor. Ayrıca, kalp hastalıkları teşhisinde kullanılan bir göbek-bel çevresi sorunsalımız var. Yani fazla kilolu olmak iyi değil. Görsel olarak ta normal kilolu olmak kıymetli bir durum olarak görülüyor. Ancak günümüzde normal bir VKİ’ye sahip olmak öyle kolay değil. İnsanlar besin maddelerine nispeten kolay ulaşabiliyor ama neye göre. Besin maddesi var kaliteli içerikli (protein, vitamin, mineral, tam karbonhidrat ve sağlıklı yağ), besin maddesi var boş içerikli. Dolayısı ile, günümüz insanı besin maddelerine ulaşabiliyor ancak boş içerikli olanlara. Enerji içerikleri çoooook yüksek olan besin maddeleri ucuz. Bu yüzden bireylerin belirli miktarda besine ulaşabiliyor olması doğrudur ancak çok kalorili ve besin değeri düşük dediğimiz grup ürünler. Sonuç obezite…

Gelelim sevgili kahverengi yağ hücrelerimize (KYH).
Obezite serisinin ikinci yazısı olan yağ dokusu konusuna tekrar bir dönmek istiyorum. Orada demiştik ki KYH, yağları enerjiye çeviren ve yok eden hücreler. Bu demek oluyor ki beyaz yağ hücrelerimizi KYH’a dönüştürebilirsek yağlar depolanmış dahi olsa önemini kaybeder. Çünkü onları yakarız.
Sürekli aynı şeyi tekrarlıyor gibi görünüyor olsam da konunun iyi anlaşılmasını istiyorum.

Birde KYH’nin en fazla yeni doğan döneminde taşındığının altını çizmiştik. Zaman geçtikçe KYH’lar azalır. Erişkinde KYH büyük damarların etrafında ve omuz bölgesinde bulunmaktadır. Bunun dışındakiler yeni doğandan erişkinliğe geçtiğimiz dönemde azalır. Ancak bir istisna mevcut. Araştırmacılar fark etmiş ki soğuk bölgelerde yaşayan kişilerde kahverengi yağ hücresi daha fazla. Ayrıca fare çalışmalarında da soğuğa maruz kalan farelerde KYH artışı görülmüş. Anlaşılan o ki, vücudumuz soğuğa maruz kaldığında ısı üretebilmek için kahverengi yağ hücrelerini artırarak kendini korumaya çalışıyor. Siz dede şimşekler çaktımı, ampullar yandımı bilmem. Bu şu demek kendimizi hasta etmeyecek oranda soğuğa maruz bırakırsak yağ hücrelerimizi enerjiye dönüştürürüz ve sonuç zayıflarız.
Soğuk bölgelerde yaşayan insanların neden daha zayıf olduğunu bir nebzede olsa bu durum açıklık getiriyor. 

Ancak düşünürken bazı istisnalar dikkatimi çekti. Kutup ayıları yağ oranları oldukça yüksek hayvanlar. Bu durum önceki söylediklerimizle tersmiş gibi görünüyor. Birkaç makale okuduktan sonra bazı püf noktaları farkettim. Soğuk bölgelerde yaşayan hayvanların onları üşütmeyecek şekilde kürk sahibi olduklarını, kürkleri sıcak bölgelerde yaşayan hayvanlara göre daha kalın, daha sık ve tüyleri daha uzun olduklarını öğrendim. Birde bu hayvanlar bir dönemlerini uykuda geçiren hayvanlar ki yağ depolarını uyku dönemlerinde kullanıyorlar ve uykudan uyandıklarında yine yağ dokularını kullanmış olduklarından bir deri bir kemik oluyorlar. Uyanık oldukları dönemde de genetik alt yapıları o yağ hücrelerini depolamaya yönelik çalışıyor. Burada işin içine nutrigenetik giriyor.
Ancaaak, herhangi bir uyku dönemi olmayan Sibirya kurdu, kahverengi yağ hücrelerini artırmış olacak ki güncel deyimimizle gayet fit.

Son olarak sizlere bölgelere göre, Türkiye’nin obezite oranını vermek istiyorum. Obezite oranları, Marmara ve Karadeniz’de %33, Orta Anadolu’da %32, Ege’de %28, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da ise %20 olarak verilmiş. Güneydoğu Anadolu’yu neden buraya katmışlar bilmiyorum. Keşke ayrı değerlendirilseydi. Belki de Doğu Anadolu’nun oranı daha da aşağı olacaktı. Güney Doğu iklim açısından sıcak ve benim gözlemlediğim kadarıyla da fit oldukları söylenemez.
Kırmamak için kibar olmaya çalıştımJ
Bu dört yazılık seriden benim çıkardığım sonuç; Nutrigenomunu belirle, beslenme düzenini buna göre oluştur ve birazcık serin ortamlarda bulun. Vücut sistemimiz mükemmel çalışan bir makina. Dilini öğrenmemiz lazım sadece.

Sağlıklı ve sevgi dolu günler

Bir akademisyenin kadrajı
Müzeyyenname

1 Mayıs 2018 Salı

III- OBEZİTE; NUTRİGENETİK, NUTRİEPİGENETİK




Sahip olduğumuz bütün özellikler genetiğimizde yani genlerimizde saklı. Neden insanlar genel özellikleri bakımından birbirlerine benzeseler de bir çok özellikleri bakımından da benzemiyorlar. Herkes benzer besinleri tüketiyor, çiğniyor, yutuyor, hazmediyor ve tekrar posayı geri atıyor. Ancak bir kısmı normal beden kitle endeksli bir kısmı hayır.


Bir insan yaklaşık 23000 gen taşımaktadır. Bu genler, kaşımızı, gözümüzü, boyumuzu, posumuzu, sahip olduğumuz bütün özelliklerin nasıl olduğunu belirleyen şifrelerdir. Bu şifreler bize annemizden, babamızdan, dedemizden aktarılır ve bunların karışımı, kombinasyonu oluruz. Biz bizden önceki nesile hem benzeriz hem de farklı özellikler ediniriz.


Genler mutasyon geçirerek, yani yapısını değiştirerek içerdiği genetik kodu yani şifreyi iyi yönde de kötü yönde de değiştirebilmektedir. Burada mutasyon oluşumu için gereken şartlardan bahsetmiyeceğim. Bu konu başlı başına bir konu ve çok uzun.
Özetle genetik, insanda ve diğer canlılarda soya çekimi, kalıtımı inceleyen bir bilim dalıdır.
O zaman nutrigenetik nedir?


Bireysel genetik farklılıklarımızın beslenme tarzımıza ve diğer besleyici kaynaklara verdiği karşılık sonucunda ortaya çıkan etkileri inceleyen bir bilimsel mecradır. Bireysel ideal beslenme ve egzersiz programımızı gerçekleştirmek için gerekli tanımlamaları sağlar bize.
Bir önceki yazıda dedik ya neden herkes farklı tepkiler veriyor, enerjiyi alırken ve harcarken. Aslında bu farklılığa, taşıdığımız genetik mutasyonlarımız (varyasyonlarımız, polimorfizmlerimiz) neden olmaktadır. Burada hangi mutasyona sahipsek diyetisyenlerimiz bizi taşıdığımız defekte göre yönlendirmekte, hangi besinleri ne oranda kullanmamız gerektiğini anlatmakta ve ne oranda egzersiz yapmamız gerektiğini kişisel planlar çıkartarak bize sunmaktadırlar. Yani, beslenme ve yaşam tarzımızı kendi bireysel genetik farklılıklarımız doğrultusunda düzenliyor ve daha efektif sonuçlar alıyoruz.
Bu genler, enerjiyi harcama noktasında görev yapan genler olabilir, ya da barsaklarda yağ emilimini gerçekleştiren proteinlerimizde ki mutasyonlar olabilir, yağ hücrelerinin parçalanmasında görev yapan proteinlerde varyasyon olabilir ya da hücre içi düzenlemeleri kontrol eden bir gendeki varyasyon olabilir. Yapılan çalışmalarda bu mutasyonları taşıyanların vücut kitle indekslerinin (VKİ) değişkenlik gösterdiği ortaya çıkmıştır. Bu parametrelere göre, beslenme içeriğinin yani bireyin diyetinin az yağ içermesi, ya da az karbonhidrat içermesi ya da az protein içermesi gerekiyor olabilmektedir. Yani besin oranları, bireyin taşıdığı polimorfizmler yani varyasyonlara göre belirlemekte ve daha etkin sonuçların alınmasını sağlamaktadır.


Nutriepigenetik mevzusu için, konuyu hiç bilmeyenler açısından ele alırsak, epigenetik genetik olamayan gen düzenleme şekilleridir diyebiliriz. Yani, bir gen mutasyon taşımıyor bile olsa epigenetik o genin sanki mutasyonloymuş gibi davranmasına neden olabilir. Bu konunun içerisinde pek çok mekanizma var. İsteyen benim akademik bir makalem var oradan ayrıntılarını araştırabilir. Ancak yazıyı okuyanların tamamı için bu kadar yeterli diye düşünüyorum. Nerden çıktı bu epigenetik der gibisinizJ
Gelelim genlerimize. Obezite ilişkili genler genom tabanlı çalışmalardan elde edilen verilere göre belirlenmektedir. Bu çalışmalar yapılmış ve hali hazırda bazı genetik firmaları tarafından gerçekleştirilmektedir. Sonuçta, günümüzde, bireye göre beslenme planı ve egzersiz planı çıkarılabilmektedir.

Başka bir açıdan daha bakarsak, hastalıklarda beslenme tipleri farklılaşır. Bir şeker hastası ile kalp hastası aynı şekilde beslenemez. Bir gebe ile gebe olmayan kişi aynı şekilde beslenemez. Bizim atalarımız gözlemlerine dayalı olarak bazı beslenme profilleri oluşturmuşlardır ancak biz burada bilimsel kökenli olarak bir bireyin bireysel özellikleri göz önünde bulundurularak beslenmesinin nasıl olacağı ile ilgilenmekteyiz. Bir örnek verecek olursak, MTHFR genindeki mutasyonlar bizim toplumumuzda sıklıkla gözlenmektedir. Folik asit dediğimiz bir madde bu gende mutasyon olsa bile genin göreceli olarak iyi çalışmasını sağlamakta ve vücutta oluşturacağı zararları azaltmaktadır. Bu yüzdendir ki gebelikte anne adaylarına folik asit kullanımı önerilerek, doğacak bebeğin bu mutasyonun zararlarından korunması hedeflenmektedir. Peki bu mutasyon ne gibi zararlara neden olabilmektedir. Öncelikle bebeklerde nöral tüp defekti ve yarık damaklılık gibi klinik tablolar ile karşılaşmamız söz konusu. Diğer taraftan da bu gendeki varyasyonların kanserle, diyabetle, kalp hastalıkları ile, alzheimer ile ve bir çok hastalık ile bağlantılı olabileceği gösterilmiştir.
Demem odur ki, nutrigenetik, beslenmenin insan üzerindeki etkisini, genotipi temel alarak açıklamaktadır. Çatalının ucundaki besinden genleriniz memnun mu diye size bilgi veriyor.



Ne mutlu enerjisini güzel harcayanlara ve sağlıklı beslenme profillerini belirlemiş olanlara diyorum ve yazımı sonlandırıyorum.

Serinin son obezite yazısında buluşmak dileği ile
Sevgiler

Bir akademisyenin kadrajı
Müzeyyenname

IV-OBEZİTE;KAHVERENGİ YAĞ HÜCRESİ ve ÜŞÜMEK

Sibirya kurdunu aklında tut diyerek başlıyorum yazıya. Neden mi. Yazının sonunda anlayacaksınız durumu maalesef J Bir dirhem et bin ...